logo
Giriş yap
DuyurularHashtaglerNeden BuradayızDOZHakkındaİletişimVakıfBağış
Giriş yap
image

“Bir olay olduğunda, failini bulmak istiyorsanız olayın sonucunun kime yaradığına bakın”.

Ufak bebek ve çocuklar dahil olmak üzere 24 kişi olduğumuz gruptan sadece bizimle beraber 7 kişi Meriç Nehri'nden karşıya geçebildi, geri kalanlar Yunan askerince yakalanarak Türkiye'ye deport edildi ve maalesef hepsi tutuklandı. Şimdi ülkemizdeki insanlar, zulme bu kadar ses çıkarmamanın cezasını (bir kısmını) ekonomik sıkıntılarla boğuşarak ödemektedirler...

Justice for Humanity

7 dk

1

0

Askeri öğretmen çok disiplinli bir babanın ve ev hanımı ancak ev işlerini büyük bir şirket yönetiyormuşçasına titizlikle ve disiplinle yürüten bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Ailemizde hep çalışmak ön plandaydı ve ben de çalıştım. İstanbul'da Anadolu Lisesini kazandım, ardından da Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. Bu okullara girmek de mezun olmak da kolay değildi.

15 Temmuz 2016daki darbe girişimi olduğu iddia edilen hadise gerçekleşirken, bunu ilk duyduğumda gerçek olduğuna inanamadım. Nedeni ise Türkiye'nin yakın tarihini az çok bilmem ve ortalama bir zekaya sahip olmam. Türkiye'nin yakın tarihinde askeri darbeler oldu. Ama askeri darbe yapmak için her zaman darbe öncesinde, darbe yapacaklar tarafından ortam hazırlanırdı. Bunun için anarşi rüzgarı estirilirdi, insanlar birbiri ile çarpıştırılırdı. Böylece hükümet politik olarak güçsüz hale getirilirdi, ortamda bir kaos havası olurdu, halk da kendini güvende hissetmemeye başlardı. Sonra asker yönetime el koyunca da, halk rahatlar “artık güvendeyiz” derdi. Ama sözde 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde ülkede öyle bir hava yoktu. Halkın genelinin desteklediği güçlü bir diktatör lider vardı ve ülkede bir kaos ortamı yoktu.

Ayrıca sözde darbe girişiminin yöntemi de gerçek olamayacak kadar saçmaydı. Ülkemizde yönetim kademesinde olan askerler ortalama zekanın üstünde ve eğitimli kişilerdir. Bir darbe yapacak olsalar bu kadar akıl almaz şekilde ve herkesin uyanık olduğu akşam 9-10 saatlerinde yapmazlar. Sözde darbe girişimi günü, darbenin sembolü olarak İstanbulda Anadolu yakasını Avrupa yakasına bağlayan köprü çoğu hava harp okulu öğrencisi olan askerler tarafından, darbe girişimi açısından hiçbir amaca hizmet etmemesine rağmen trafiğe kapatıldı. İstanbulda o sırada 14 milyon kişi yaşıyordu, kapatılan köprüden ise günlük ortalama 200 bin araç geçiyor. Genelde İstanbuldaki insanlar İstanbulun bir yakasında ikamet eder, diğer yakasında çalışır, bu nedenle her zaman trafik yoğunluğu olan bir köprü hem de en yoğun olduğu eve dönüş saati olan akşam saatlerinde trafiğe kapatılıyor. Akıl alır gibi değil… Ve yapılan daha birçok mantıksız şey…

Sözde darbe girişiminin yapıldığı saatlerde, eski adıyla Twitter olan X platformda "darbe değil tiyatro" şeklinde hashtag açılmıştı. İnsanlar çok yoğun şekilde bu işin kurmaca olduğunu düşünüyordu. Ta ki insanlar ölmeye başlayana kadar. İnsanlar bu kadar insanın kurmaca bir darbe girişimi için öldürülmeyeceğini düşünmüşlerdi. Ancak tarih bilmeyenlerin kaçırdıkları nokta, diktatörlerin kendi gelecekleri için gözlerini dahi kırpmadan insanları ölüme sürükleyebilecekleriydi.

Bu sözde darbe girişiminin ardından hiçbir suç işlememiş olan, karıncayı dahi incitmekten çekinen binlerce öğretmen,hakim,savcı,avukat,memur, polis, sözde darbe girişimi ile hiçbir alakası olmayan asker, ev hanımı, esnaf bir gecede diktatör ve ekibi tarafından silahlı terör örgütü üyesi ilan edildi. Hiçbirimizin sözde darbe girişimi ile uzaktan yakından alakası yoktu. Diktatörün yönlendirdiği televizyon kanalları sabah akşam hiçbir suçu olmayan bizleri terör örgütü üyesi olarak gösteriyordu. Bu haberler ile, çoğu itibariyle düşünce fakiri olan, 10 yılda ancak 1 kitap okuyan halkımızı kandırmaları hiç zor olmamıştı. Ağır aksak da olsa işleyen hukukumuz o gece rafa kalkmıştı.

Benim de birçok arkadaşım ihraç olmuş ve gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınan ve sonra tutuklanan bazı arkadaşlarımın babaları kalp krizi geçirerek vefat etmişti. Tutuklanan anneler ve çocuklar ayrılmış, bazı çocuklar akrabaları onlara bakmak istemesine rağmen devlet zoruyla sadece ailelerini üzmek amacıyla Çocuk Esirgeme Kurumuna verilmişti. Ülkede bir delilik hali başlamıştı.Tarihte Hitlere inanan Alman halkı gibiydi artık halkımız. Zulümlere gözlerini ve kulaklarını kapatıyorlardı çünkü günümüz Hitleri olan diktatör birşey yapıyorsa yanlış olma ihtimali yoktu onlara göre. Hukuk şekil olarak vardı ama kesinlikle uygulanmıyordu. Hakimler ve savcılar hukuk adı altında hukuksuz kararlar veriyorlardı. Zaten gerçekten hukuku uygulamaya çalışan hakim savcı olursa hemen görev yeri değiştiriliyor ya da hakkında terör örgütü üyeliğinden hakkında soruşturma açılıyordu.

Sözde darbe girişiminden çok daha önce onbinlerce kişi hakkında hükümet tarafından fişleme yapıldığı için, diktatör tarafından çıkarılan olağanüstü kanun hükmünde kararnamelerle bir kalemde binlerce kişi devletten ihraç ediliyor ve çoğu gözaltına alınıyor sonra da tutuklanıyorlardı. Olağanüstü kararname ile insanların meslekten ihraç edilmeleri mümkün olmamasına rağmen, hukuksuzluğu içselleştirmiş olan diktatör gücüne güvenerek bunu yapmaya devam ediyordu. Diktatör ve ekibi yaptıkları hukuksuzlukları, zalimlikleri örtbas etmek için dini bir süs vermeyi de ihmal etmemişlerdi, sürekli camilerden ezan okutuyorlardı. Halbuki tüm ilahi dinlerde olduğu gibi müslümanlıkta da zalimlik, kötülük yapmak büyük bir günahtır.

Türkiyenin başındaki diktatör 15 Temmuz sözde darbe girişimi için, daha 15 Temmuzun gecesinde "Allahın lütfu" ifadesini kullanmıştır. Daha bu yapılanın ne olduğu bile anlaşılamadan nasıl böyle bir ifade kullanabildi. Bu adam eğer geleceği gören bir kahin değilse, yapılacak her şeyi önceden ekibi ile beraber planlamış olduğu çok açık. Milli İstihbarat Teşkilatı eski üyesi Mahir Kaynak’ın şu sözü çok doğrudur: “Bir olay olduğunda, olayın failini bulmak istiyorsanız olayın sonucunun kime yaradığına bakın”.

Normal şartlar altında 125.000den fazla memuru tek kalemde ihraç etmek, yüzbinlerce kişiyi silahlı terör örgütü üyesi olarak nitelendirip ceza dağıtmak hukuk devletinde mümkün değildi. Ve bizim ülkemiz de ağır aksak işlese de eskiden bir hukuk devletiydi. Bu şekilde bir şeytanca planla hukuku askıya almak ve istedikleri gibi at koşturmak diktatör ve ekibi için çok akıllıca bir plandı. Bir miktar kişiyi de ağlarına düşürüp kullanmışlardı ve planları tıkır tıkır işlemişti. Ülkede ne hukuk ne de akıl bırakmışlardı. Toplamda aileleri ile beraber 1,5 milyona yakın kişiyi mağdur etmişlerdi. Bu süreçte yaşadıkları haksızlığa dayanamayarak bir çok kişi intihar etti. Birçok kişinin kendisi, eşi ya da anne babası yaşanılan sıkıntılardan dolayı kanser oldu ya da kalp krizi geçirip vefat etti. Bazıları işkence altında polis tarafından öldürüldü, bazıları kaçırıldı ve akıbetleri aileleri tarafından hala bilinmiyor.

15 Temmuz 2016 günü daha darbe mi değil mi olduğunun dahi anlaşılamadığı saat 22'den itibaren 1500' e yakın hakim ve savcı hakkında liste yayınlandı ve onları gözaltına almaya başladılar. Çünkü hakim ve savcı demek gözaltı ve tutuklamaları yapacak makam demek. Diktatörün sözünü dinlemeyecek, hukuku uygulayacak insanların orada olması, istedikleri gibi kişileri hapse atmalarını engelleyeceği için ilk olarak hakim ve savcıları tutuklatmak suretiyle işe başladılar. Peki bu listeleri ne ara hazırladılar. Diktatörün sözde darbe girişimini eniştesinden öğrendiği 15 Temmuz günü mü hepsi oldu?

Sonrasında ülkede ise bazı siyasetçilerin "su bile vermeyin, ağaç kabuğu yesinler" diye tarif ettiği şekilde yüzbinlerce kişi açlığa mahkum edildi. Bunun için Sosyal Güvenlik Kurumu, görevden atılan kişilerin siciline, işe alanların görebileceği şekilde, ihraç edildiklerini gösterir işten çıkış kodları ekledi, böylece özel sektörde iş bulmalarının önüne geçmeye çalıştılar. Bu kayda rağmen onlara iş veren varsa, işyerlerine polis gönderip "ihraç edilmiş kişi çalıştırıyorsunuz, başınız derde girer" diye söylettiler. Bundan dolayı ihraç kişiler kayıtsız yani kaçak olarak düşük ücretlere ve sigortasız olarak çalışmak zorunda kaldılar.

Bu süreçte 120.000den fazla memur ihraç edildi, 93 farklı üniversiteden 6 bin akademisyen ihraç edildi, içlerinde okul, gazete, dergi, vakıf, dernek, televizyon kanalı da olan 3000e yakın kurum ve kuruluş kapatıldı, binlerce kişinin banka hesaplarına bloke konuldu, iş adamlarının şirketlerine ve malvarlıklarına el konuldu, 230.000den fazla kişinin pasaportu iptal edildi, 500.000den fazla kişi hakkında yurtdışına çıkış yasağı verildi.

Tüm bu hukuksuzluklardan dolayı sivil ölüme mahkum edilen insanlardan bazıları ülkeyi terketmeye çalışırken Meriç nehrinde veya Ege denizinde çocukları ile beraber boğularak vefat ettiler.

Çok zor zamanlar geçirdik kendi ülkemizde ayrımcılığa maruz kaldık, açlığa terk edildik. Ben de diğer binlerce insan gibi sebepsiz yere hiçbir gerçek hukuki gerekçe olmadan 6 yıl 3 ay ceza aldım. Ya bana verdikleri cezayı hapiste en az 5 yıl kalmak suretiyle çekecektim ya da eşim ve kızımla beraber, yurtdışına çıkış yasağımız olduğu için ölümü göze alarak kaçak yollarla ülkeyi terk edecektim. Hapishaneye girmeyi tercih edecek olsaydım, çocuğum 6 yaşından büyük olduğu için yanıma gelemeyecek ve sadece ayda bir kez açık görüşte kızıma sarılabilecektim. Bazı durumlar insana ölümden daha beter gelir, bu nedenle ölme pahasına bu yolculuğu göze aldık ve yola çıktık. Meriç nehrinden plastik botla kızım ve eşimle beraber geçtik. Beraber yola çıktığımız ufak bebek ve çocuklar dahil olmak üzere 24 kişi olduğumuz gruptan sadece bizimle beraber 7 kişi Meriç Nehri'nden karşıya geçebildi, geri kalanlar Yunan askerince yakalanarak Türkiye'ye deport edildi ve maalesef hepsi tutuklandı.

Bu kadar ayrımcılığa, zalimliğe maruz kaldıktan sonra güvenli ülke olarak Hollanda'ya geldik. Hollandaya gelmek isteme sebebimiz insanların nezaketi yardımseverliği yani gerçek insan vasıflarını taşımalarıydı. Hollandada polis merkezinde ifade verirken ağlayan arkadaşlarım oldu çünkü Türkiye'de o kadar kötü polis, hakim, savcı muameleleri yaşamışlardı ki burada kibar şekilde konuşan, insanca davranan polisleri görmek onları ağlatmıştı. Çok şükür ki bu üzüntüden değil sevinçten gelen bir ağlamaydı.

Buraya geldiğimizde kamp sürecinde gönüllü olarak çalışan insanlarla tanıştık, hepsi çok iyi, derdimizi anlattığımız zaman bizimle beraber üzülen yüce gönüllü insanlardı, Hollanda'nın en çok insanlarını sevdim. Akrabalarımız bile derdimiz ile dertleniyor gibi gözükseler de, sanki zorunlularmış gibi, diktatöre oy vererek ona destek sunuyorlardı.

Diktatör ve ekibinin hukukumuzu da ülkemizi de getirdiği nokta hiç şaşırtıcı değildir. 15 Temmuz akşamı uluslararası piyasalarda 1 dolar 2,89 Türk Lirasıyken, 2024 yılında 1 dolar karşılığı 33 Türk Lirasını geçmiştir. Şimdi ülkemizdeki insanlar, zulme bu kadar ses çıkarmamanın cezasını (bir kısmını) ekonomik sıkıntılarla boğuşarak ödemektedirler. Adaletin geldiği nokta da dikkat çekicidir. 2023 yılı World Justice Project (Dünya Adalet Projesi) Hukukun Üstünlüğü Endeksinde Türkiye 142 ülke arasında 117. sırada kendisine yer bulmuştur.

Umarım ki bir gün akıl ve ahlak ülkemize geri döner. O zaman zaten hukuk da dönecektir ve ülkemiz tekrar normalleşecektir...

Yazardan başka yazılar

Justice for Humanity'ın daha fazla makalesini keşfedin

Being the Child of a Family Victimized by Decree-Laws -2

2 dk

5

34

Being the Child of a Family Victimized by Decree-Laws -2

Na 15 juli begonnen onze buren over ons te zeggen: "Steek hun huis in brand!"

Justice for Humanity

KHK'lı Bir Ailenin Çocuğu Olmak-2

2 dk

1

31

KHK'lı Bir Ailenin Çocuğu Olmak-2

15 Temmuz’dan sonra komşularımız bizim için “Bunların evini yakın!” demeye başladılar.

Justice for Humanity

logo

Sessizlik, özgürlüğün en büyük düşmanıdır.

VakıfNeden BuradayızHakkındaİletişim

Copyright © 2025, Trend Rights. Tüm hakları saklıdır.